Saf Aklın ve Barışın Güvercini: Hacı Bektaş Veli

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Tek tanrılı dinlerden önceki kadim Pagan inançlarında, doğadaki canlı hayvanlarla alakalı yığınla mitolojik anlatımlar bulunmaktadır. Bu anlatılar içerisinde gizlenen bilgiler, daha sonraları tek tanrılı dinlerin sosyo-kültürel formlarına derinden etki etmiştir. Tarım toplumunun bir doğa inancı olan Hak Yol Aleviliğin batıni manadaki teorik bilgilerinde; İnsanlarla, hayvanlar arasında sürekli zihinsel bir paralel bağlantı geliştirilmiştir. Bunlardan birisi de “Hacı Bektaş Veli” ile “Güvercin” ve yine Hünkar’ın, “Aslan ile Ceylan” arasında kurulan sanatsal ve kültürel anlatı bağlarıdır

Saf Aklın Simgesi: Hünkar-Güvercin

Güvercin; bütün toplumlarda barışın, sevginin, masumiyetin, aşkın, sevdanın simgesel bir figürü olarak hep karşımıza çıkmaktadır. Hele hele beyaz güvercin, aynı zamanda masum-u pak, sébi (kimsesiz) bir çocuğu, nazlı bir gelini ve bakireliği simgelemektedir. Güvercin, Antik tarihte Ana tanrıçanın kutsanan sembolüdür. Güvercinler; yuvalarından uzaklara uçsalar da, geri dönüş yollarını asla unutmazlar. Yollarını kaybetmezler ve yoldan çıkmazlar. Onlar, genellikle tek eşlidirler. Evlerinin, yuvalarının yollarını iyi bilirler. İyi his eder ve iyi görürler.

İnançsal faziletleri dahlinde Alevi ebeveynlerin, çocuklarına verdikleri ilk öğütlerden birisi de; ”güvercinlerin asla vurulmaması, yuvalarının bozulmaması, onların ürkütülmemesi” nasihatidir. Öyle ki; Ahlaki değerlere sahip çıkan O ebeveynlerin çocukları, bu nasihati bir katı kural-tabu olarak görmüş ve ömürleri boyu buna hep uymuşlardır. Sadece bu kadar mıdır? Elbette değil! Dahası da vardır. 

Konumuzla alakalı asıl önemli olanı, Güvercin; temiz ruhu, saf aklı, bilgeliği temsil eder. İşte Hacı Bektaş Veli’ nin yani Hünkar’ın, güvercinle olan gizemli bağı da, zaten tam da bu etapta başlar. Aslında bu bilgi metaforu, insanda ilgi uyandıran ilginç bir serüvenin de başlangıcıdır. Bir unvan tanımı olarak Hacı Bektaş Veli’de sembolleşen “Hünkar” ismi; Farsça’daki  “χʷadāy, χʷand-gār” sözcüklerinden türetilmiştir. Manası ise çok ulvidir. Öyle ki; “efendi, efendilik eden, rab, yüce insan, ermiş, lider, yöneten vb.” anlamlarına gelmektedir. Aryenler; kendi tanrıları olan Rab Ahura Mazda’ya, “doğru yolu gösteren Bilgeliğin efendisi, Bilge efendi” kavramlarını dile getirmişlerdir. Bu bağlamda Arapçadaki “seyit, seyid” sözcüğünün temel anlamının da “efendi” olduğunu, şimdilik sadece anımsatayım! Devam edelim.

Peki Hacı Bektaş Veli (1209-1271)” ile “Güvercin” arasında kurulan o mitik bağ nedir? Bu bağlantı nerede ve nasıl yazıya dökülmüştür? İnancın mensupları tarafından bu bağıntı görselleri; hangi algılarla, felsefi düşüncelerle asırlarca anlatılagelmiştir? Toplumsal hafızada bunun karşılığı ne olabilir? İşte bu soruların cevabını ve bazı artı bilgileri kısaca buraya not düşme kabilinde, sizler için kaleme aldım. Şimdi başlayabiliriz!

Bir Yazılı Kaynak: Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnamesi

Gelin sizlerle, bir felsefi hikayenin yolculuğuna çıkalım. Konumuza bahis olan ilk yazılı kaynağa gidelim. Yani “Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnamesine (Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli),” eserine! Sözünü ettiğimiz bu eser; H. B. Veli’nin hakka yürümesinden 200 yıl sonra, yaklaşık 1481-1501 yılları arasında, sözlü anlatımlardan derlenerek yazıya aktarılmıştır. 

Hacı Bektaş Veli Velayetnamesinin yazarı Firdevsi-i Rumi yada Uzun Firdevsi (Firdevsi-i Tavil) olduğu sanılmaktadır. Bu kitap, Abdulbaki Gölpınarlı tarafından, uzunca açıklamalarla yayınlanmıştır. Bu kitabın içeriği hakkındaki düşüncelerimi şimdilik bir kenara bırakarak, bu eserin konumuzla ilgili bölümünü kısaltarak vermeye çalışacağım.

Taşın Üstündeki Güvercinin Ayak İzi

Derler ki; Hünkar; “bir güvercin donunda, bedeninde, kılığında” havalanarak Horasan’dan (!); Diyar-ı Rum’a (Anadolu), bugünkü Nevşehir iline 45 km uzaklıkta bulunan ve Hünkarın adıyla anılan Hacı Bektaş ilçesinin  sınırları içerisinde kalan Suluca Karahöyük’e  doğru gelir. Onun bölgeye gelişini, o an bölgede bulunan Rum Erenleri anlar. Zira mecliste bulunan Fatma Bacı; aniden ayağa kalkıp, yüzünü o yöne döner ve selama durur. Meclisteki Rum Erenleri, Fatma bacının bu davranışına şaşırırlar.

Rum Erenleri hemen bu işaret karşısında, bölgelerine yabancı birinin geldiğini anlarlar. O yabancıyı, Rum ülkesine sokmamak için önce yolunu kesmeye çalışırlar. Ancak bunu başaramazlar. Zira yola çıkanın, bu bölgede yeni bir yol açacağını o an kavrayamazlar. Rum ülkesinin gözcüsü olan Karaca Ahmet’e, bu yabancının kim olduğunu öğrenip, kendilerine söylemesini isterler. 

Karaca Ahmet, bölgenin “gözcüsü” olduğu için çevresine bakınır ve ülkede herkesin kendi eşiyle birlikte oturduğunu, fakat Suluca Karahöyük’te, güvercin kılığında bir erenin, taşın üstünde yalnız oturduğunu, ayaklarının taşa battığını, bundan dehşete düştüğünü çevresindekilere anlatır. Aralarındaki Hacı Doğrul adındaki Erenin, bir “Doğan” kılığına girip, gidip, o yabancı güvercini avlamasını, karara bağlarlar. 

Bir Doğan’ın bedenine giren Doğrul; havalanır ve gidip güvercin bedeninde olan Hacı Bektaş Veli’ nin üzerine abanır. İki “Hacı” ünvanlı eren, birisi “ev sahibi” diğeri “mihman”. İkisi de beden değiştiren. Birisi “yırtıcı Doğan” diğeri “barış Güvercini”. Birisi “Rum” diyarından, diğeri “Aryen-Mezopotamya”  topraklarından. Birisi “çiğ-kem”, diğeri “pişmiş-kamil Can” Anlaşılan, bu müthiş bir buluşma olacaktı. Ve nihayetinde öyle de oldu! Hiç kuşku yok ki; bu tür karşılaşmalar kendi içerisinde, çatışarak birleşmeyi de barındırır.

İlk karşılaşmada Doğan, hemen saldırıya geçer. Güvercini avlamak ister. Ancak Güvercin hemen don/ gömlek/ beden değiştirir ve eski haline/bedenine döner. Yani Hacı Bektaş kendine döner. Kendisi olur. Doğan’ı, elleriyle kavrar ve canını acıtırcasına, onu sıkar. Doğan’ın aklı başından gider. Hünkar, pençesindeki savunmasız Doğan’a acır ve Onu rahat bırakır. Bir müddet öylece kalan Doğan’ın aklı tekrar başına gelir. 

Doğan’da, beden değiştirir ve o anda kendisine gelir, kendisi olur. Yani, Hacı Doğrul olur. Üzerine abandığı, avlamak istediği Güvercin’in, bir Veli/ Eren olduğunu anlar. Hemen ayağa kalkar ve Hünkar’ın etrafında pervaz olur. Ateşin etrafında semah yürüyen bir kelebek misali döner durur. Ondan af-özür diler. Hünkar, Doğrul’a dönüp; “Bu ne hışım, bu ne celallenmedir? Er olan biri, Erin üstüne böyle acımasızca saldırır mı? Ben size mazlum kılığında misafir geldim. Güvercinden daha mazlum bir mahlukat görseydim, onun bedeninde gelirdim. Ama siz ne yaptınız? Sen de, “Doğan” bedeninde bana zalimce saldırdın!” diyerek, Onu azarlar.

İki Can, kendi bedenleriyle ilk defa yüz yüze gelir. Can cana olurlar. Doğrul; Hünkarın karşısında dara durur ve Ona, niyaz ederek, “kendilerinin “kemlik” ettiğini, Hünkarın da “kerem” göstermesini“ rica eder. Bölgedeki kadın-erkek herkesin Ona talip olacağını bildirir. Hünkar, Doğrul’a; “Gidip, Rum erenlerini kendisine getirmesini” ister!

Doğrul, Rum Erenlerine varır ve bütün olup bitenleri Onlara anlatarak, Hünkara gitmelerini isteyince, Rum Erenlerinin bazıları bu davete, icabet etmezler. Bu olumsuz durum, Hacı Bektaş’a ayan olur. Hünkar, kendisine gelmek istemeyen Rum Erenlerinin “yanan çıralarını-delillerini, ışıklarını” hemen söndürür. 40 gün bu deliller-çıralar uyanmaz ve Onlar karanlıkta kalırlar. Bununla bağlantılı olarak yaşadıkları bir çok olumsuz olaylar sonucunda, en sonunda Rum Erenleri pes edip, Hünkarın huzuruna çıkmayı kabul ederler. Sonunda Hünkara talip olurlar (Gölpınarlı, 1995: 18, 19,20). 

Böylece Hünkar; Diyar-ı Rum’da/Anadolu’da mekan kurar ve sıfatını ispatlar. Çağları aşan bir zaman periyodunda Hünkar; hep barışın, sevginin, dostluğun, kardeşliğin, doğruyu-yanlıştan ayıran saf aklın temsilcisi olarak dilden dile anlatıla gelir. Bu öyle bir etkidir ki; Onun adına sayfalar dolusu bilgiler dizilir. Hikayeler anlatılır.

Güvercin, Aslan ve Ceylan

Hepimiz görmüşüzdür; Hünkarın sülietini anlatan bir resim var! Bu resimde Hünkar; bağdaç kurarak oturmuş, dizlerinde ormanların kralı “Aslan” ile doğanın en masumlarından olan “Ceylan” yer almaktadır. Aslında bu zahiri görünümün batınında ise “barış Güvercini, yırtıcı Aslan ve masum Ceylan” yer almaktadır. Aslan’la, Ceylan’ı kanatlarının altında bir araya getiren Hünkarın bedenine girmiş Barış Güvercinidir. Yani madalyonun diğer yüzünde saf aklın sahibi bizim Hünkardır. Bu mitsel iz düşümün asıl kaynağı; Mezopotamya ve Hint felsefesinde Diyar-ı Rum’a/Anadolu’ya taşınan inancın temel motiflerinin bir ilktir. 

Saf aklın sahibi; “efendilerin efendisi < seyit, rab, yüce insan, eren, yönetici, önder” ünvanlı Hünkarın kucağında; yırtıcı bir Aslan, uysal bir Ceylana dönüşebilir. Zira bu eylemi gerçekleştiren de yine beyaz bir Güvercinin ta kendisidir. Hak ve nahak dünyadaki bu geçişken üstün ruh, Anadolu’ya ışık saçmıştır. Öyle ki; “Tayy-ı mekan ve “tayy- ı zamanda” yani “aynı anda her yerde ve mekanda” bulunan-dolaşan bu üstün ruh, ölümsüzlüğüyle inancın temel felsefesini de bize mesajlamaktadır. Bu öyle bir ruhtur ki; Güvercin bedenine girerek, çevresine barışı salgılar. İstediği zaman bir taşa oturur, kalktığı ol taşta-yerde iz bırakır. Sır-ı hakikatiyle insanı akılıyla sarar, sarmalar. O yol açandır, yolunu bulan, yolunu kapattırmayandır. Yolunda engel tanımayan, yolundan çıkmayandır. O hem Güvercindir ve hem de Hünkardır. 

 Sonlandırmadan önce, bu mitik anlatılardan geriye kalanları, sonuç olarak kısaca gelin birlikte şöyle sıralayalım:

  1. Hünkari Güvercin; Bir kanadı altına Aslanı, diğer kanadının altına ise Ceylanı alarak yaşadığı çağda, Diyarı-i Rum’da/Anadolu’da, barışın tesis edilmesini sağlamıştır. Anadolu’ya barışı getirmiştir. 
  2. İki zıt kutuptaki,  bu iki hayvanı bir arada, Güvercinin barışı ve garantörlüğü altında tutarak, her ne olursa olsun “zıtların birliğine” işaret etmiştir. Burada Hak Yol Aleviliğinin düalist bir yaşam tarzını ortaya koyması bakımından bu çok önemlidir.
  3. Düalist felsefe (zıtların birliği); kadim Pagan inançlardan, tek tanrılı dinlere evirilen ilk defa Zerdüştlükte kendisini oldukça açığa çıkarmıştır. Hünkarın; doğup, yaşadığı, geliştiği coğrafya Mezopotamya’dır. Yani burası düalist düşüncenin filizlendiği mazlum kavimler kapısıdır. Burada doğa yasaları geçerlidir.
  4. Aslan’ın en kıymetli avı Ceylandır. Ceylan güçsüzdür. Aslan ormanların kralıdır. Güvercin ise fiziki anlamda Ceylandan da güçsüzdür. Fakat ne var ki; Hünkarın şahsında güçsüz savunmasız o Güvercin; saf aklıyla, paklığıyla av ve avcıyı kendi ekseninde bir arada yaşatmasını başarmıştır. Demek ki; saf akılla zıtların birliği, ortak bir harmoniyle, onların bir arada yaşamaları mümkündür. Evet, belki de çağımızda bu zordur, lakin imkansız değildir.
  5. Hünkarın, Mezopotamya topraklarından havalanarak geldiği Diyar-ı Rum’da,  henüz bu “saf aklın” olmadığını görebilmekteyiz. Zira kendilerine misafir gelen savunmasız bu güçsüz güvercinden tedirgin olmaları ve Ona pusu kurarak, yolunu kesmeleri, Onu avlamaları, Rum Erenlerinde; bu saf aklın-inancın henüz gelişmediğine işaret etmektedir. Fakat sonuçta saf aklın, “zorba akla” karşı üstün geldiğini de anlamaktayız. Hünkarın; Mezopotamya’dan, Diyarı-ı Rum’a (Anadolu) taşıdığı tek şey, saf akıldır. Bedenine girdiği Güvercin, saf ve temiz aklın sembolüdür. Bu aynı zamanda Paganik-doğal hayatın içerisinde yaşanılan bilgilerin, Diyar-ı Rum’a taşınmasına-getirilmesine bir işarettir. Saf akıl, çağa göre kendisini sürekli yenileyen inancın, temel doğa yasalarından başka bir şey değildir.
  6. …?

Hak ile kalın!

 

Kaynakça
Abdulbaki Gölpınarlı, “Menâkıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli “Velayetname” İnkılap kitabevi, İstanbul 1995

 

Saf Aklın ve Barışın Güvercini: Hacı Bektaş Veli
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
BEDA