Zehir-Panzehir, Dert-Derman: Axucan

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Modern tıp dilinde “zehir” ve “panzehir” terimleri sıkça kullanılmaktadır. Öyle ki Alevi edebiyatında, nefeslerinde ve muhabbetlerinde zehir ve panzehir; “dert” ve “derman” olarak ele alınmıştır. Konunun mahiyetini daha net anlamak için önce “Zehir ve Panzehir” hakkında bilinen o verileri kısaca aktarayım. Hazır mıyız?

Bilindiği gibi Zehir; antik dönemden (MÖ. 4500) beri, günümüze kadar en etkileyici bir silah olarak kullanılmıştır. Zehrin, silah olarak kullanışı en çok da Orta Çağda  göze çarpmaktadır. Zehir, saray koridorlarının kuytularında, süslü elbiselerin zulalarında gizlenerek düşman bedenine sızdırılmıştır. Aman Allahlım! Bu ne sinsice-acımasız bir saldırıdır.

Ham maddesi daha çok doğadaki acı bitkiler ve zararlı hayvanlardan alınan sıvılardan elde edilmektedir. Zehir; vücuda girdiğinde, aşırı kimyasal etkisiyle, bedenin fizyolojik işlevlerini bozan, bütün hücreleri, yaşayan dokuları etkileyen ve miktarına göre canlının sakat kalmasına ve ölümüne yol açabilen ölümcül bir sıvıdır. Verilen emeklerin karşılığı alınmadığında yada bir ihanetle karşılaşıldığında, Halk dilinde  ”zehir zıkkım olsun!” bedduası, dile getirilir.

Türkçeye geçen *Zehir sözcüğü Farsça ve Kürtçeden alınmıştır.  Farsça ve Kürtçede buna *axu, *jehr, *zahr/zehir, *sem  denilmektedir. Avesta (Zend) dilinde sarı, safran renkli olan *jathra, *zartaka olarak bilinmektedir. Hint-Avrupa dillerine “öldüren” anlamına gelen *gwhen, gwhntro isimleriyle geçmiş, daha çok “sarı renkli bir madde” olarak ele alınmıştır. Yine halk dilinde yüz rengi solmuş birine “sanki zehir içmiş” derler. Örneğin Almancaya *gift, *toxikum olarak geçmiştir.

Türkçede kullanılan “Panzehir” yada ”Anti zehir” terimi yine Avesta kökenli olan ve Farsçanın *pādzehr, pâdzahr, pâzahr sözcüklerinden alınarak, Türkçeye uyarlanmıştır. Avrupa dillerinde ve özellikle de Almancaya  *gegengift, *gegenmittel olarak geçmiştir. Vücuttaki zehrin etkisini yok eden Panzehir; zehrin etkisini ortadan kaldırabilme özelliği bulunan özel yapılmış bir sıvı maddedir.

Modern tıp dilinde ilk panzehir, Pontus Kralı VI. Mitridates (MÖ. 132-63) tarafından, tam 48 drog’un birleştirilmesiyle bizzat hazırlanmıştır. Drog, ilaç yapımında kullanılan  doğal organik-inorganik kökenli tedavi özelliği olan bütün ham maddelere verilen genel tıbbi bir terimdir. Bu karışıma kendi ismini vererek “mitridatium” adıyla anılan bu panzehir, daha sonra Roma’da Neron’un (MS.37-68) hekimi Andromak tarafından geliştirilerek “theriake” adını almıştır. Sanırım bu kadar yan bilgi yeterlidir. Şimdi asıl konumuza geri dönelim:

Alevi felsefesinin anlatımı, genelde “nefesler, deyişler, kılamlar, beyitler” dediğimiz şiirsel dizelerden oluşmaktadır. Zaman içerisinde daha çok öğüt veren bu şiirsel dizeler, inancın temel felsefesini oluşturmuştur. Öyle ki, İslami tarikatlarda eğitim almış, Müslüman ailelerin çocukları, bile bu batıni felsefeden etkilenmiş ve kendi yeteneklerini de harmanlayarak, bu alanda yepyeni bir felsefi ortama katkı sunmuşlardır. İşte bunlardan birisi de Malatyalı Niyazi-i Mısri’dir.

Asıl adı Mehmet olan Niyâzi-i Mısri; 1618 yılında Malatya’da Nakşibendiyye tarikatının önde gelen İsimlerinden Ali Çelebi’nin oğludur. Mısır’da eğitim aldığı için bu lakabı almıştır. Aruz ölçüsüyle yazdığı şiirlerini, Alevi filozoflarından Nesimi, Fuzuli (!) ve Yunus Emreden etkilenerek yazmıştır. İslam dinine aykırı şiirler yazdığı, konuştuğu için, Osmanlı döneminde görmediği eziyet kalmamıştır.

Mısri; Kuzeydoğu Ege Yunan adaları grubunda yer alan  Gökçeada’nın güneybatısında bulunan ve günümüzde Yunan adası olan Limni adasına, 1650’li yıllarda sürgüne yollanmış ve orada çok çileli bir yaşantısı olmuştur. 1694 yılında Limni adasında hakka yürümüş ve türbesi oradadır. Bakınız bizim Mısri bu konuda neler demiş. Uzunca şiirinden sadece birkaç dizesini buraya alıyorum:

“Dermân arardım derdime, derdim bana dermân imiş. Bürhân sorardım aslıma, aslım bana bürhân imiş… Sağı solum gözler idim, ben dost yüzünü görsem deyü, Ben taşrada arar iken, ol cân içinde cânan imiş… İşit Niyâzî’nin sözün, bir nesne örtmez Hakk yüzün. Hakk’dan ayân bir nesne yok, gözsüzlere pinhân imiş…” Ya Hak! Bu ne derin bir felsefedir böyle!

Mısri burada insandaki dertlerin dermanının, yine insanda olduğunu anlatmaktadır. Derdin bir dostla paylaşılması halinde, o derdin azalmasına neden olduğunu bildirmektedir. Bundandır ki  iyi-yakın dostlar için “Dert ortağı” kavramı kullanılmıştır. Ona göre; Derdin dermanı, yani zehrin panzehiri, sadık bir dosttur. Yada derdin varsa, mutlaka dermanında vardır. Bir diğer örneğimiz ise Nizamoğlu’dur.

Seyyid Nizamoğlu lakabıyla ünlenen ve 16. yüzyılda İstanbul’da dünyaya gelen Bağdatlı bir ailenin oğludur. Asıl adı olan Seyyid Seyfullah Kasım Efendi’nın hayatı hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Onun tekke şairlerinden olduğu bilinen ve şiirlerinde “Seyyid Seyfullah, Seyyid Seyfi, Seyyid Nizamoğlu, adlarını kullandığı bilinmektedir. 1601 yılında hakka yürüyen Nizamoğlu; Nakşibendiyye tarikatından olup bir Ehli beyit sevdalısıdır. Fakat çok derin bir şekilde Yunustan etkilenmiştir. Zehir ve panzehir hakkındaki görüşleri şudur:

“Yarim derdini ver bana, Dermanın olayım senin, Bülbül gibi cemaline, Aşığın olayım senin, Yakma beni yandırma beni, Aşk elinden kandır beni, Sarhoşum ayıktır beni, Mestanın olayım senin, Can kuşunu bana uçur, Aşk elinden bade içir. Hırka ile şaldan geçir, Üryanın olayım senin…” İşte Nizamoğlu divanına ait olan bu dizelerde de yine derdin, dermanı olarak sevgili görülmektedir. Nasıl ki her zehirin, bir panzehiri varsa, insandaki derdin de mutlaka bir dermanının olduğu anlatılmaktadır. Bazen de sevgiliden dert-zehir bile dilenilir. Bu öyle bir şeydir ki; sevgiliden dilenilen bu derdin, sanki bütün dertlere derman-panzehir olacağına inanılır. Şimdi de Aşık Veysel’e (1894-1973) kulak verelim mi? Gelin dinleyelim! Lakin bu işler onsuz olmaz!

Veysel babanın da konu hakkında dizeleri bulunmaktadır. “Anlatmam derdimi dertsiz insana, Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez. “Derdim bana derman imiş” bilmedim, Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz” derken, dertsiz insanın dertlinin halinden anlayamayacağını, bu vesileyle dertsiz insana derdin açılmaması gerektiğini anlatır. Dolayısıyla insanın “derdinin” aynı zamanda yine kendisine “derman” olabileceğini hatırlatır. Zehir ve panzehir misali, “derdin bana derman imiş” dizeleri çok ama çok sarsıcıdır.

Zehiri vücudunda panzehir dönüştürenlerden birisi de bizim Axucan’dır. Evet Axucan! Türkçeleştirilmiş haliyle “Ağu İçen”  ismi, Onun Kürtçe “Axucan” adından türetilmiştir. Yani gerçek unvanı, Kürtçe Axucan’dır. Axu Can ismi, iki ayrı sözcükten tertip edilmiş bir  isimdir. Kürtçede Axu *zehir’dir. “Can ise zehiri içine alan beden, töz, fiziki-biyolojik yaşayan mekanizmasıdır. Axucan ismi Evliyamıza sonradan verilmiştir. *Axu-can (Axucan) adının kısa ve öz anlatımı şundan ibarettir.

Dersim’deki 12 kutsal Ocak içerisinde ve mürşitlik makamında bulunan Axucan’ın gerçek adı Menceki Urfani’dir. Mitik anlatımına göre; Kendisine karşı olanlar tarafından axu/zehir verilerek yaşamla sınanmıştır. “Aguyu (zehir)  içen bu bilgin; “ağuyu” parmaklarından, “bal” olarak dışarıya akıtmıştır. Yani zehri bedeninde panzehire çevirmiştir. Böylece Hakka yürümeyerek, aynı bedende yeniden tecelli etmiştir. Bu vesileyle gerçek isimliyle değil, kendisine verilen  “Axucan” ünvanı ile anılmıştır. Halk dilinde, o bir keramet ehlidir. Ermiştir.

Burada simgesel olarak ağuyu içen/ alan Can’ın, kendisini, kendisinden yeniden doğurması, canlandırması sembolizmi, Onun başlıca temel özelliğidir.  Yani; Ağuyu içmiş, Can evine zehiri akıtmış. Bu eylemiyle hakka yürümesi gerektiği halde, O hakka yürümeden kendisini, kendi donundan, bedeninden yeniden (don be don/ tenasuh) yaratmıştır. Bu özelliğiyle Ona “Axucan/ Axu u Can” adı verilmiştir. Yani “Axulu Can, Zehirli Can/beden. Zehiri/ Acıyı, kendisinde-vücudunda bala/ panzehire çeviren” bilgin, ermiş gözüyle bakılmıştır. Derdi, kendisinde-bedeninde dermana (bal) dönüştüren Can, anlamlarına da gelen “Axucan” olarak ünlenmiştir.

Tıpki Mısrî’nin dediği gibi; Dermân arardım derdime, derdim bana dermân imiş, Bürhân sorardım aslıma, aslım bana bürhân imiş…” Ölmesi için kendisine verilen zehir,  bedeninde “bal” a çevrilmiş ve parmaklarından dışarıya atılmıştır. Bu gizemli davranışı; aynı zamanda onun  bühranı yani “aslı, kanıtı, delili” olmuştur. Bu müthiş bir tasarımdır. Bu mitik aktarının içerisinde, anlayana yığınla Alevi felsefesinin mihenk taşları gizlidir.

Sonuç olarak; insandaki zehrin yine kendisindeki panzehirle ortadan kaldırılabileceği gibi, dertlerinin dermanı da yine kendisinde mevcuttur. Yeter ki; insan kendisini tanısın! Haddini, bilsin! Hakkı kendinde görsün!

Hak ile kalın!

Zehir-Panzehir, Dert-Derman: Axucan
Giriş Yap

Dersim Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
BEDA